• https://www.facebook.com/hamitkaracom
    • https://www.twitter.com/hmtkr
    • https://www.instagram.com/hamitkaracom

    Hamit KARA        

    İstanbul
                                                          

    ‘’Hoyratça harcanan bir ömre benzer İstanbul’a yapılanlar önemsiz, sıradan ve de basitçe; her yanı işgalde, bütün şaşkın ve aç bakışların altında, sakin, kırgın ve de koca bakışları şehrin’’.

              İstanbul Edipler için şüphesiz ki çok büyük öneme sahiptir çünkü şiirler onsuz olmadı hiçbir zaman, hep tepelerinde bakıldı koca, azametli şehre e...depli, nefesi küfür kokmayan ediplerce. ‘’Dünya cenneti’’ der Üstad bu şehre. Uzun yıllar  merkez i hilafet burada bulunmuş, bütün âlim, muallim, edip, yazar, sanatçı, akademisyen her kimler varsa yaptıkları ve yazdıklarında, söyledikleri ve dinlediklerinde hep bu Kadim şehre atıflar, teşbihler, mübalağalar dizdiler uzun yıllar. Çünkü yeryüzünde, ortasından deniz geçen ve kıtaları birleştiren bu kadar tarihi kadim ve de cazibesi ala bir şehir İstanbul’dur.

              Her şehrin bir kimliği, bir kültürü, bir geçmişi hülasa bir kişiliği vardır. Yaşar; caddelerde, meydanlarda, pazarlarda, tarihi mekânlarda hülasa şehrin her yanında, tıpkı insanın düşünce ufku gibi her yanına sirayet eder o kimlik o şahsiyet. İşte İstanbul denince Ayasofyalar, Sultanahmetler, Süleymaniyeler; saraylar, köprüler, kemerler; meydanlar, caddeler, semtler, çeşmeler, hayratlar hepsi akla gelir ki bu kişiliğin birer uzuvları olmuşlardır. Bu kimlik sadece maddi vücuda sahip cami, çeşme, müze, köprü değildir bu kimlik aynı zamanda o şehrin havasını teneffüs etmiş, o şehri yaşayanlar ile ikmal olur, onların okumaları, yazmaları, konuşmaları, fiilleri, sevdaları, ibadetleri, edep ve  hayâları yani bütün soyut his ve davranışları şehre kimliğin kalan kısmını tamamlar, kültür olur, kişilik olur o şehre İstanbul o zaman İstanbullu ile hayat bulur.

               Biz önce fıtrata zıt, zevkten uzak, sistemin insanı yutan ağızları misali kocaman gökdelenler yapmaya koyulduk boğazın, halicin serin sularına nazır yeşil tepelere. Sonra adeta İstanbul’dan evvel İstanbulluya kasıt varmış gibi koca otoyolları planlamadan serdik siyah karışım asfaltları narin ve yeşil örtüye, yetmedi nefes tıkarcasına egzost kokusunu solusun için İstanbullu, saldık arabaları siyah asfalt zeminlere ve sonra kalabalıklar topladık şehrin her metrekaresine çarpık, soğuk simalı, beton yığınlarına.

    Daha büyüsün ki daha büyüyelim istedi politikasızlığı politika edinen, siyasetlerini yalana hamletmiş, politikacılarımız ve sonra yetiştiremez olduk eğitimi, sağlığı, doğallığı İstanbulluya. Yoğun göçler kültür şokları yaşattı, benimseme ve benimsenme sorunları, bizleri zaten var olan şehrin stresli ve kapan misali hayatında, sardı.

               Psikolojik hastalıklar, manevi hastalıklar, depresif rahatsızlıklar arttı, trafik kazaları, kapkaç olayları, hırsızlıklar güvensizlik hastalığını getirdi. Değil çayhanelerinde hayatı güzel kılan manaları konuşmak bilakis hayatımızın manasızlığına bizleri inandıran, siyaset ile alude olmuş saçma sapan manaları, boş beleş futbol muhabbetlerini, edepten yoksun, edepsiz, sanat tesmiye edilen magazinler ile uğraşır, konuşur, tartışır olduk.

               Ve sonra fıtratlarına bu kadar muhalif halleri, damarlarına enjekte ettiğimiz çocuklarımız artık bizler gibi davranmaz oldular, gayr oldular, uzak düştüler. Bir yara gibi ama içten derinden derine büyüdü bu çarpık halin zehirli meyvesi, hem de evlerimizde, okullarımızda, yollarımızda, ibadethanelerimizde ama biz hep alkış tuttuk bu vaziyete çünkü zararı bize dokunmadıkça bir vücudun diğer azası olan kardeşimize, dostumuza, akrabamıza dokunması mühim değildi, biz sağdık ve kendimizdik.

              Ve bugün artık şehir ağlıyor, İstanbul ağlıyor, kalbi sızlıyor, Taksim sızlıyor. Her meslek erbabı vaziyeti kendi mesleği veçhesinden mütalaa ediyor lakin bir hakikat var ki yara büyüdü, bedeni sardı. Gençlerimiz belki de hiçbir zaman bir Afrikalının ya da Asyalının ulaşamayacağı bir refahın simgesi üst başları ile sistemi eleştiriyor, düzeni sorguluyor, gayet talepkar ve de fütursuzca yakıp yıkıyor halinden hoşnutsuzluğunu dile getiriyor, görünen o ki maddi imkânsızlıklara isyan değil manevi hastalıklarına bir işaret ediyorlar.

              İşte artık İstanbul da kişilik değiştirdi, artık ediplerin şiirlerinde edepli manaların olduğu cümlelerde geçmiyor adı, artık bize yabancı gazetelerde, dergilerde, soğuk beton duvarlarda, kara asfalt yüzeylerde, çirkin manaların arasında, hastalığı izhar eden sloganlarda yer alıyor İstanbul yeni ve bozuk kişiliği ile.

              Yapılanları, İstanbul’a yapılanları, devrim, özgürlüklerin ifadesi, eylem, hak ya da hürriyet telakki edenler buradaki manalara kızacaklar, belki de saçma gelecektir ama onlar bu yaptıklarına fikir ve ifade hürriyeti diyorlar bıraksınlar ben de fikrimi, akıl ve kalbimin telakkisine uygun ifade edeyim.

    Herhangi bir bey...

      
    1885 kez okundu

    Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın